6 Mayıs 2025 04:38

Güçlü bir seferberliğin örgütlenmesi için çok vaktimiz yok

Volkan Sertkaya
[email protected]


Türkiye’de bu yıl 1 Mayıs 78 ilde 280 noktada kutlandı. 2025 1 Mayıs’ı, bir önceki seneye göre daha yaygın ve kitlesel oldu. 1 Mayıs gösterilerinin en azından geçen seneye göre daha yaygın ve kitlesel geçmesinin nedenlerini hiç kuşkusuz tek adam ve Saray rejiminin sürdürdüğü ekonomik ve politik saldırıların, emekçi sınıfların yaşam koşullarını gittikçe çekilmez hale getirmesinde aramak mümkün.

Öncesi bir yana son üç yıldır ücret mücadelelerinin kendini tekrar eden kısır bir döngü haline dönüşmesi ve enflasyonun yükselmesi gibi faktörler işçinin alım gücünün düşmesine ve yoksullaşmasına neden oldu. Hükümetin uyguladığı sermaye programları ve Şimşek öncülüğündeki ekonomi yönetiminin sonuçlarının işçilere yansıması; ucuz, esnek, kuralsız, kötü çalışma koşulları olurken, patronlara ise daha az işçi çalıştırarak daha çok kâr elde etmenin imkanlarının sonuna kadar açıldığı bir sömürü cenneti oldu.

2025 1 Mayıs’ını aynı zamanda, tek adam iktidarının ekonomik ve politik programına muhalefet eden bütün toplumsal kesimlerini, devletin bütün imkanlarını kullanarak ezmeye çalıştığı, baskı ve şiddetin dozunu artırdığı bir süreçte karşıladık.

İktidarın Ortadoğu’da ve Filistin’de süren savaş ve işgal planlarının ABD-İsrail merkezli olarak parçası/iş birlikçisi olmaya devam eden, ABD’ye daha fazla yaslanarak yeniden paylaşım mücadelelerinde pay kapmaya çalışan, emperyalist-siyonist ittifakla iş birliğini ve ticari-askeri ilişkilerini devam ettiren tutumu da emekçiler içinde tepkilerin artmasına neden oluyor.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali sonrası 19 Mart operasyonu sürecinde Saray iktidarının faşist bir devlet örgütlenmesi yolunda attığı adımlar karşısında halkın ve esas olarak da üniversiteli gençliğin sürüklediği mücadelenin yasaklara boyun eğmeyerek boykot, kitle seferberliği ve “Genel grev genel direniş” sloganının yaygınlaşmasıyla büyümesi, emekçi sınıflar içinde de kimi noktalarda değişim öz güvenini büyüten ve korku duvarlarının aşılması açısından çeşitli imkanları doğuran bir süreç oldu.

İktidarın kitle desteğinin ve meşruiyetinin zayıfladığı, baskı-zor aygıtıyla sürdürdüğü saldırıların emekçi sınıflarda daha fazla tepki çektiği, uyguladığı sermaye programlarının daha fazla sorgulandığı koşullarda birleşik mücadele hattının güçlenmesi ve büyümesi açısından 1 Mayıs son derece uygun bir zemin sunuyordu. 1 Mayıs’ta “Sömürüye, yasaklara ve savaşa karşı birleşelim” sloganı, mücadele eden hemen hemen bütün kesimler açısından ortak bir mücadele zemini haline gelebilirdi. Emek Partisi İstanbul İl Örgütü de tüm Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da bu slogan ve talepler etrafında mücadelenin büyütülerek ilerlemesi için yoğun bir çalışma sürdürdü.

Bu perspektife uygun olarak; birleşik, yaygın ve kitlesel 1 Mayıs’ın örgütlenmesi için tüm güçlerimizle sürece müdahale etmeye çalıştık ve bulunduğumuz bütün platformlarda, işçilerle yapılan toplantılarda, sendika-konfederasyon yönetimleri ile yapılan görüşmelerde öncelikli olarak tüm iş yeri ve fabrikalarda 1 Mayıs açıklamalarının yapılması, son haftanın 1 Mayıs haftası olarak ele alınıp başta sanayi havzalarında yerel birleşik eylemlerin örgütlenmesi için çaba gösterdik. Ancak bize bağlı olan ve olmayan bir dizi sebep, 1 Mayıs’ın büyük potansiyel taşıyan bu zemine uygun olarak örgütlenmesinin ve toplumsal muhalefet açısından güçlü bir kaldıraç noktası haline gelmesinin önüne geçti.

‘Tek büyük 1 Mayıs’tan uzak İstanbul tablosu

Gelinen yerde İstanbul 1 Mayıs’ı birleşemedi, birleşik güçlü 1 Mayıs yerine Kadıköy ve Kartal’da olmak üzere iki ayrı miting ve Taksim’e yapılan eylem çağrısı şeklinde gerçekleşti. Hareketin ihtiyaç duyduğu birleşik zeminin örgütlenememesinde elbette esas sorumluluk sendika merkezlerinde ve konfederasyonlardaydı. DİSK ve Türk-İş başta kendi üyeleri olmak üzere işçi sınıfına karşı sorumlulukları açısından neden İstanbul’da birleşik, yaygın ve kitlesel 1 Mayıs için ortaklaşamadıklarını kamuoyu ile paylaşmadı ve bu ihtiyaç hâlâ giderilmiş değil. Birçok ilde yan yana gelip 1 Mayıs’ı ortaklaştıran iki konfederasyon neden İstanbul’da bu birlikteliği sağlayamadı? Bu sorunun cevaplanması konfederasyonların üyesi olan on binlerce işçiye ve işçi hareketine karşı sorumluluklarından biri olarak yerli yerinde duruyor.

Üç işçi konfederasyonunun 2024 temmuz ayında “İnsan onuruna yaraşır bir yaşam ve adil paylaşım” başlığıyla acil 10 talepten oluşan ortak deklarasyonunu kamuoyu ile paylaşması işçi sınıfı açısından olumlu bir gelişme olmuştu. Ancak bunun gereği olan güçlü ortak eylemler gerçekleştirmek yerine her konfederasyonun tutumu işçilerin biriken öfkesini “yatıştırmayı” hedefleyen kimi eylemleri yapmakla sınırlı kaldı. Konfederasyonların bu tutumunu bugün de devam ettirdiği görülüyor. 1 Mayıs’ın, işçilerin ortaklaşmış sorunlarını hep birlikte, güçlü bir şekilde ifade edecekleri ve sermayeye yekpare bir sınıf olarak gözdağı verecekleri bir gösteri olarak örgütlenmesi yerine, yasak savma ve resmi bir geçit töreni olarak ele alındığını söylemek yanlış olmayacaktır. Türk-İş ve Hak-İş açısından; olabildiğince kendilerini zora sokmayacak taleplerin dile getirilmesiyle sınırlı, kendilerine yeni ‘görevler’ çıkarmayacak, dahası hükümete yönelik tepkilerin bir kürsüsü haline gelmeyecek bir 1 Mayıs sürecinin “özenle” örgütlendiği görülüyor.

DİSK’in ise bu tablonun değişmesi için özel bir çaba gösterdiğini söylemek mümkün değil. Yani ortak kitlesel 1 Mayıs için zorlayıcı olmak yerine “kendi 1 Mayıs’ını” yaparak bu koşullarda en ileri tutumu alan konfederasyon olarak günü kurtarmayı hedefleyen bir tutum benimsenmiş görünüyor. DİSK öncülüğünde örgütlenen Kadıköy mitinginde, işçi sınıfının biriken sorunları ve buna karşı birleşik mücadele hattı öne çıkarılmadı. 19 Mart’tan bu yana gelişen halk tepkileri kısmi düzeyde ifade edildi. Daha önce yürütülen tartışmalara, yapılan uyarılara ve 1 Mayıs mitinginin onlarca siyasi parti ve örgüt tarafından örgütlenmiş olmasına rağmen kürsüye yalnızca CHP, DEM Parti, HDK başkanlarının çıkarılması, Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş’ın mesajlarla öne çıkarılması 1 Mayıs ruhuna uygun olmadı. Aksine Kadıköy mitingi, ocak ayında metal işçilerinin, şubat ayında Başpınar işçilerinin yaktığı grev ve fiili mücadele ateşinin kürsüsü haline gelebilir, özellikle son bir yılda İstanbul’da öne çıkan grev ve direnişlerin olumlu sonuçlarının ve Erdoğan-Şimşek programına karşı mücadele kararlılığının yansıyacağı bir kürsü olabilirdi; böyle olmadı. DİSK’e bağlı sendikalardan, emek ve meslek örgütlerinden, siyasi partilerden binlerce işçinin katıldığı bir 1 Mayıs mitinginin, işçi sınıfının birleşik mücadele ve dayanışma havasıyla örgütlenmesi, şüphesiz farklı sonuçlar doğururdu.

Dolayısıyla Türk-İş ve DİSK’in 1 Mayıs planını ortaklaştırmaması, 1 Mayıs’ta öne çıkarılacak talepler ve mücadele hattının yeterince tartışılamaması işçi sınıfının gücünü zayıflattı. Bugünkü koşullarda ortaklaşma ancak işçi sınıfının yerellerde ortak tepkisi ve sendikal bilincinin bürokrasiyi aşmasıyla mümkün olabilir. Ancak yerellerde fabrika/iş yeri ve sendika şubelerinin ortak mücadele pratiği konfederasyonları ortaklaşmaya zorlayacak düzeyden oldukça uzak. Ayrıca fabrika, iş yeri ve yerel 1 Mayıs kutlamaları da geçmiş yıllara göre zayıf kaldı. Son noktada bu tablo İstanbullu işçi ve emekçiler açısından yeniden alan tartışmalarının öne çıktığı bir 1 Mayıs sürecine neden oldu.

Gençliğin katılımı ve 19 Mart sonrası mücadelenin rotası

19 Mart sürecinde üniversiteli gençlik hareketi toplumsal mücadeleye güçlü bir dinamizm kazandırdı. Talepler etrafında birleşik, güçlü, yaygın eylemleri sonucunda kazanılan öz güven ile korku duvarları yıkıldı. Ancak hareketin rotasız, hedefsiz, örgütsüz kimi özelliklerinin olumsuz sonuçları da 1 Mayıs’a yansıdı.19 Mart sonrası süreçte yakın tarihte halk hareketi deneyimi açısından önemli bir yer tutan Gezi direnişinin sadece Taksim ile sınırlı tartışılmasının yansımaları ve Özel’in Saraçhane’den verdiği Taksim sözü özellikle üniversite öğrencilerinde azımsanmayacak bir Taksim beklentisi yarattı. Ancak alan tartışmalarını neredeyse 1 Mayıs’ın özü haline getiren yaklaşımlar, toplamda öğrenci hareketinde “Taksim tartışması” diye anılacak tartışmalar temelinde ayrıştırıcı, bölücü sonuçlara yol açtı. Gelinen noktada forumlar ve 1 Mayıs toplantılarındaki tartışmalar pek çok açıdan eksik kaldı. Üniversitelerin “1 Mayıs Emek Haftası” formatında örgütlediği eylem/etkinler, 1 Mayıs günü yapılacak çağrıya dair tartışmaların gölgesinde kaldı. İTÜ ÖTK’si ve YTÜ, Marmara gibi üniversitelerin boykot komiteleri, kimi vakıf üniversiteleri temsilcilikleri Kadıköy’e, İÜ Boykot Komitesi ve Boğaziçi ÖTK’si her iki alana, GSÜ ÖTK’si ve kimi vakıf üniversiteleri dayanışmaları ise Taksim’e çağrı yaptı. Birleşik ve ayrıştırıcı etkilerden arınarak güçlenen gençlik mücadelesinin alan tartışmalarıyla bölünmesi, hareketin geleceği açısından kimi tehlikeleri de ortaya çıkardı. Öğrenci hareketi içerisinde “Yüzünü işçi hareketine dönme”, “Sınıf örgütlerinin tutumunu takip etme”, “Sınıf mücadelesinin deneyimlerinden öğrenme” vb. bir dizi noktadaki zayıflıklar, alan tartışmasında kimi sol/sosyalist örgütlerin tartışmalarına dayanak oldu. Birleşik ve güçlü bir 1 Mayıs mitingi yerine, “miting” formunu küçümseyen, işçilerin -sınırlı da olsa- katılımını yadsıyan, işçi hareketiyle buluşma noktalarının en küçük ihtimallerini bile göz ardı eden bir tartışma atmosferi ve tarzı, kitlelerdeki oldukça doğal olan “Taksim” talebine de yaslanarak sorunlu bir tartışma sürecine neden oldu. Taksim çağrısını, işçi hareketinin nesnel koşullarını ve ihtiyaçlarını görmezden gelerek, Kadıköy çağrısını dahi “Mahkum etmeye” çalışarak yapan kimi sol örgütlerin, mücadeleci gençlik kesimleri içerisinden kendi platformlarını büyütme kaygısı ve dar grupçu/rekabetçi yaklaşımları, 19 Mart sürecinde Saray iktidarının kimi planlarını boşa düşüren birleşik ve dinamik bir gençlik hareketinin kendi deneyimlerini büyüterek sönümlenmemesi ve işçi hareketinin kimi dinamikleriyle buluşması ihtiyacından daha ağır bastı. Somut koşullardan bağımsız 1 Mayıs’ın Taksim’de olmasını savunan politik çevreler, sosyal medyanın gerçekliğin ötesine geçen “rüzgarına”, kitle hareketinin aynı düzeyde sürdüğüne ve “Taksim’e çıkacak yüz binlerin var olduğuna” dair varsayımlarla, genç kitleler içerisinde kendi cephesini büyütmeye çalıştı. Ancak uzun vadede birleşik güçlü bir mücadelenin örgütlenmesi açısından bu tarzın olumsuz yansımalarını politik sonuçlarıyla daha fazla göreceğiz.

Bütün bu tartışmalara rağmen öğrencilerin çok önemli bir bölümü talepleriyle, sloganlarıyla, 19 Mart’tan bu yana dinmeyen öfkesiyle Kadıköy mitingine katıldı, 3 bin kişilik kitlesel bir öğrenci korteji oluşturuldu. Siyasi partilerin kortejlerinde yürüyen üniversite öğrencisi sayısı da hiç az değildi. Yine gözaltı ve tutuklama tehdidine rağmen Taksim’e örgütlü/örgütsüz çıkmayı deneyen yüzlerce üniversite öğrencisinin olması, hareketin barındırdığı potansiyel açısından önemli sonuçlar çıkardı.

İşçi hareketinin geleceği ve sorumluluklarımız

Tüm bu tabloya rağmen on binlerce genç, kadın, işçi ve emekçi İstanbul 1 Mayıs’ında alanları doldurdu. Önümüzdeki günlerde Saray iktidarının ekonomik ve politik gelişmeler karşısında baskı, şiddet ve faşizan uygulamalarını artıracağını öngörmek zor değil. Gelecek saldırıları püskürtmenin ve Saray rejimini tarihin çöplüğüne göndermenin tek yolu birleşik bir mücadeleden geçiyor. Birleşik mücadelenin önündeki en büyük engellerin ise işçi hareketi açısından sendikal bürokrasi, gençlik mücadelesi açısından ise günlük politik çıkarları hareketin çıkarlarına tercih eden kimi yaklaşımlar olduğunu biliyoruz.

Yüz binlerce kamu işçisinin TİS süreci devam ediyor; kamu işçileri aylardır hükümetten tek bir somut açıklama gelmemesine ve sendikalarının sessizliğine tepkili. Petrokimya iş kolunda TÜPRAŞ işçileri talepleri için eylemde. Önümüzdeki süreçte metal iş kolu başta olmak üzere on binlerce işçiyi kapsayan TİS süreçleri yaşanacak. İşçiler, patronların kuralsız, esnek ve kanunsuz uygulamalarına kimi eylemler ve direnişlerle yanıt veriyor. Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş işçilerin en önemli taleplerinin başında geliyor. Bu yıl 1 Mayıs alanlarında öne çıkan insanca ücret, vergide adalet vb. taleplerinin “Genel grev genel direniş” ve birleşik mücadele hattına ilerletilmesi, işçi hareketi ve sınıf örgütlerinin temel sorumlulukları olmaya devam edecek. Tüm bu taleplerin hayata geçebilmesi için işçi sınıfı hareketinin ve gençlik mücadelesinin birbirine güç vererek mücadeleyi büyütmesi büyük önem taşıyor. Gençlik hareketi ise genel grev genel direniş hattının kimi “ön adımları” temelinde yüzünü işçi hareketinin ihtiyaçlarına daha fazla dönmeli, işçi hareketinin örgütlenmesi ve mücadelesi açısından çıkardığı/çıkaracağı olumlu ve olumsuz sonuçları çok daha fazla ilgiyle takip etmeli, birleşik bir hareket için öz güvenli ve sağlam adımlar atmalıdır. Birleşik mücadele hattının önünde engel olan bütün özneler ve yaklaşımlarla hesaplaşarak sömürüye, yasaklara ve savaşa karşı güçlü bir seferberliğin örgütlenmesi için çok vaktimiz yok.

Evrensel'i Takip Et